Zayıflama yolculuğunda başarısızlığa uğrayan insanlar, yöntemler, oburluk sanılan şey sonucu alınan kilolar ve bunları yaşarken bu yolda yalnız olmadığımız…. İster istemez kendimi, kendi kilo alıp verme serüvenimi düşündüm. 2-3 kilo ile uğraşıp durdum yıllarca. Sonra 3-4 kg olduğunda Int. Slimming Center’a gittim. Kilolar bir aşağı, bir yukarı, geçti gitti yıllar. Henüz gerçekten şişman görünmediğim için çok da umursamıyordum herhalde.
İster istemez kendimi, kendi kilo alıp verme serüvenimi düşündüm. 2-3 kilo ile uğraşıp durdum yıllarca. Sonra 3-4 kg olduğunda Int. Slimming Center’a gittim. Maalesef kilolar bir aşağı, bir yukarı, geçti gitti yıllar. Henüz gerçekten şişman görünmediğim için çok da umursamıyordum herhalde. Spor salonlarına takılıyor bir şekilde dengede kalabiliyordum. İlk hamileliğimde tüm süreç tersine işledi ve doğuma kadar geçen süreçte 7 kilo verdim. Fıstık gibiydim. İşimizi yoluna koymuş, kariyerimizi oluşturmuş, maddi durumumuzu istediğimiz seviyeye getirmiş ve planladığımız gibi (iyi okullara gidebilecek, istediği oyuncaklara sahip olabilecek, bizim çocukluğumuz gibi yoksun bir çocukluk yaşamayacak) bebeğimize sahip olmuştuk. Ama çok değil sadece 20 ay sonra bebeğimize otizm teşhisi konulmasıyla bütün planlarla birlikte mutlu tablo da son buldu. Bebeğimiz ne oyuncak istiyor ne de iyi okullar, hatta en kötü okullar bile onu kabul etmiyordu.
İşte o çarklara kapılıp sürüklenmem böylece başladı. Mutsuzluğumu, üzüntümü, gözyaşlarımı bir şeyler atıştırarak yok etmeye çalışıyordum. Gittikçe şişmanlıyordum ama ne önemi vardı ki… Eşimin tişortlarını giyip kızımla eğitim merkezlerinde, doktorlarda, psikologlarda geçiriyordum günlerimi. O böyle iken benim görünümümün ne önemi olabilirdi ki… Ama aldığım kilolar sadece kilo olarak kalmıyordu, sağlığımda sorunlar oluşmaya başladı. O zaman farklı bir pencereden baktım hayatıma, kızımın bana ihtiyacı vardı ve benim mümkün olduğunca kendime dikkat etmem gerekiyordu. Bu noktada çembere dahil olma sürecim de başlamış oldu.
Akapunktur Faruk Öncel: kilo verdim mi? Evet birkaç kilo, ama kısa sürede hepsini geri aldım. Herbalife; ihmal edilebilecek düzeyde az kilo verdim. Endokrinoloji ve metabolizma uzmanı Prof. Dr. Taylan Kabalak; Reductil ve Xenical zayıflama ilaçlarını verdi. Reductili fazla kullanmadım ama Xenicali kullandım. Diyet ve pasif jimnastik bir arada: bana mısın demedi. Thelifeco (detoks programı): Ortam çook hoştu ama yine hiç kilo veremedim. Ayurveda Ender Saraç; Panchakarma; zayıfladım mı 2-3 kilo oynadı ama her zamanki gibi kısa sürdü ve hemen geri aldım.
Diyetisyen Tünsel Tiftikçioğlu ve aralıklarla 3 ayrı diyetisyen daha….Bitki çayları, lahana çorbaları, acı cehre, bilmemne biberi, applecider, CLA, carnitin…. Herbir denemenin ardından verdiğim kilolardan daha fazlasını alıyor, iradesizliğim yüzünden kendimi suçluyor, suçluyordum. Herşeyi denediğini zannediyordum. Önce sistemin çarklarıyla bir oluyor dönüyor, dönüyor, dönüyordum ve sonra savruluveriyordum. Merkezkaç kuvvetinin etkisinden çıktığım anda bir duvardan diğerine çarpıyor ve toparlanır toparlanmazda hemen o döngünün içine atlıyordum. 83 kilograma geldiğimde büyük bir panik duygusuyla Dr. Halil Coşkun’a koştum.
Madem ki bu zavallı beynim hiçbir şeyi uygulayamıyordu o zaman son çare mide balonu taktırmaktı. 6 aylık süreç sonun da istediğim kadar zayıflayamasam da 71 kg’a inmiştim. Ama balon çıktıktan sonra midemde olan o boşluğu doldurmam gerekiyordu. Ve ben 1 yıl içinde daha önce hiç görmediğim 90 kg’ı gördüm. Artık çok ümit bağladığım balonla gelen bu başarısızlık sonucunda ‘’Pes’’ ettim ve çabalamaktan ‘’özgür irademle!’’ vazgeçtim. Kilosunu kabul etmiş mutlu şişmanlardandım artık.
Çevredeki obez insanların gün geçtikçe artması da benim kendime karşı umursamazlığımı da pekiştiriyordu. Yıllar böylece geçti taa ki küçük kızım zayıflamam için bana ısrarcı davranana kadar. Uyandığımda çoktan 97 kg. olmuştum. Daha önceden duyup da hiç umursamadığım Dünya Sağlık Örgütünde çalışan Prof. Boyd Swinburn’ün ‘’hükümetlerin obezite krizinin ardında yatan sebepleri ele almak yerine ilaca ve ameliyatlara yatırım yapmayı tercih ettiğine dikkat çekiyorum’’ cümlesi artık anlam kazanmaya başlıyor. Artık anlıyorum ki; ‘’BU TERCİH BİLİNÇLİ BİR UYGULAMA’’ Kapitalizm ağlarını örüyor ve varlığını sürdürebilmek için, ‘’Tüketiyorum öyleyse varım’’ insanını yaratıyor.
Medya işin içinde, reklamlarda bir taraftan katkı maddeli, bağımlılık yapan, bol kalorili yiyecekler, diğer taraftan zayıflık ve güzellik EMPOZELERİ… Vee ardından ‘gelin sizi güzelleştirelim’ reklamları. Bir tarafta şişir, ötele, diğer tarafta biraz indir, sonra tekrar şişir ki tekrar indirilmek için sıraya girsin insanlar, arada şişirilip indirilmekten sarkan derileri kes topla ve çember son hızıyla dönebilmeye devam etsin. ABD de zayıflama ve obeziteye harcanan para 40 milyar dolar/yıl. Bir de bu vatandaşların yiyecek tüketimlerini düşünürsek bu oldukça karlı bir sektör. Zayıflama ile ilgili cihazlara büyük yatırımlar yapılıyor. Diyet ürünler, diyetisyenler, zayıflama programları her gün TV. de. Obezite sorununu güya çözmeye çalışırken bu soruna samimiyetsiz ve sahtekarca yaklaşılıyor. Kapitalizm yiyecek üretiyor kar elde ediyor, ya geriye kalan insan sağlığı kısmı, basit bir ayrıntı…
Sağlığınız mı bozuldu öyleyse buyurun kar amaçlı kurulmuş sağlık sektörümüz devrede. ‘’Müşteri velinimettir.’’ Kar amaçlı kapitalizme hizmet etmek için kurulmuş hiçbir çözüm doğayla ve insanla dost kalamaz. Kapitalizm yiyecek üretiyor, içine MSG gibi lezzet arttırıcılar, aspartam gibi beyin uyarıcılar, koruyucu maddeler koyarak bizleri bu yiyeceklere bağımlı kılıyor. Sonra bizler birer bağımlı olduğumuzun farkına bile varamadan AmyWinehouse gibi bağımlılara acıyoruz.
Ama yiğidi öldür hakkını ver demiş atalarımız. Çok da acımasız olmayalım, kapitalizmin bu çarkları özgürlüğümüze saygıda kusur etmiyor aslıda. Pepsi ile Cocacola arasında hala özgürce seçim yapabiliyoruz. Tüketimimiz gereksinmelerimizi kat kat aşarken önce cüzdanımızı sonra bedenimizi, beynimizi, sağlığımızı ve zamanımızı bu yola kurban ediyoruz. Sonra kaybettiklerimize yeniden kavuşabilmek için yeni tüketim zincirlerinin içine giriyor, çoklu çarkların içinde dönüp duruyoruz. O kadar çok ihtiyaç duymadığımız şeye sahip oluyoruz ki sonra bu sahip olma duygusunun kölesi oluyoruz. Artık alış – veriş yeni hobimiz oluyor. Hafta sonları eğlence için ailece dev alışveriş merkezlerine gidiyoruz. Çalışıyoruz, çok çalışıyoruz, daha çok kazanıp daha çok alış yapmak için çalışıyoruz. Yetmediğinde kredi kartları yetişiyor imdadımıza. Tüketime o kadar bağlanmışız ki, kendimize ait olmayan parayı bile sonuna kadar harcayıp almaya devam ediyoruz. Borçlanıyoruz hatta ödeyemeyip intihar bile edebiliyoruz. Ama geride kalanlar yine de devam ediyor. Daha çok kredi kartı, daha yüksek limit, çalış, al, borçlan, öde, al, çalış… Aldığımız şeyler bizi bağımlı kılıyor, artık bu kısır döngüden çıkmamız olanaksızlaşıyor, bu döngünün dışına çıkmadan sistemin çarklarını göremiyoruz, sorunu üreten beynin çözümü üretmesi olanaksız. Şimdi bu noktada farkındalık ışığı görmek gibi. Kapitalizmin en büyük korkusu bilinç olduğuna göre, bilinçlenerek bu kısır döngüden çıkabilir, arınabilir, tüm bağımlılıklarımızdan kurtulabiliriz.
Aslında kurtulmak yetmez, geride kalanları kurtarmak için yol gösterici olabiliriz. Bunun bir zayıflama programı değil BAŞKALDIRI olduğunu düşünüyorum. Sisteme başkaldırı, özenle kurulup arasına atıldığımız çark sisteminden çıkabilmek için başkaldırı, aptal durumuna düşürülmemize başkaldırı… Belki çarkın oluşturduğu merkezkaç kuvvetinin oluşturduğu çekimden kurtulunca önce kafamız gözümüz yarılacak ama iyi olacağız ve ayağa kalktığımızda o çarkı karşıdan görebileceğiz, işte o an beynimizin özgürleştiği an olacak. O zaman artık varolma amacımızı yerine getireceğimiz zaman…
Sakızların, kolaların ve diyet gıdaların içine konan sözde kalorisiz ASPARTAM; içinde ,% 40 aspartik asit (sinirsel uyarıcı), % 50 fenilalanin (fazla alındığında beyin için zararlı) ve % 10 metil alkol (ispirto) var. Bu spartik asit ve fenilalanin amino asitleri insülin salgısını arttırıyor. Ortamda şeker olmadığı için insülin kanda açlık şekerini düşürüyor. Doğal olarak karnınız acıkıyor ve daha fazla yiyorsunuz. Ayrıca yüksek fenilalanin, serotonin gibi sinir ileticilerini azaltıyor. Serotoninazliği depresyona yol açıyor ve iştahı da açıyor. Glikoz şurubu; kişinin yeme dengesini tamamen bozuyor, vücudun tatlı ve karbonhidratlı besinlere isteğini arttırıyor. Bağışıklık sistemini zayıflatıyor, vücudun mineral dengesi bozuluyor, hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, huysuzluk artıyor, hipoglisemi, kalp yağlanması, gıda alerjileri, kabızlık yaşanıyor. Ama uzun süreli raf ömrü, şekere göre daha ucuz olması ve daha kolay tedarik edilebilmesi gibi üretici avantajları için üreticilerin ilk tercihi durumunda. İnsan sağlığımı dediniz, o küçük bir ayrıntı, ‘sizi şu tarafa sağlık sektörümüze alalım’
Peki ya MSG (monosodyumglutamat) E621; Yiyeceklere konunca tadının beyin tarafından güzel algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu farketmiyor, neye konsa tadı güzelmiş gibi geliyor. Cipsler, hazır çorbalar, hazır yemekler vs. birçok hazır gıdada bulunuyor. MSG’ın zararları çok sayıda çalışmayla kanıtlanmış ve bununla ilgili raporlar Dünya Sağlık Örgütüne sunulmuş durumda. Bu madde nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. Yol açtığı hastalıklar merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak Alzheimer, Parkinson, Huntington hastalıkları, Sara (epilepsi). Retinal Dejenerasyon (göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite Büyüme hormonu baskılanması Pankreas hasarı, insülinde artış ve buna bağlı olarak diyabet Böbrek ve karaciğerde hasar Bu madde hamilelerde plasenta bariyerini geçebiliyor yani bebek de aynı etkilere maruz kalabiliyor.
Ve son söz; 1 dirhem et 1000 ayıbı örtermiş ama acaba kimin ayıbını?