Bilindiği gibi dünyayı çevreleyen bir manyetik alan mevcuttur. Bu alan dünyamızı güneş vs. dış etkenlerin zararlı etkilerinden koruyan MANYETOSFER bölgesidir. Yaşadığımız yerin yaklaşık 3.200 kilometre kadar altında, dünyanın eriyik çekirdeğinde olan bitenler, biz farkında olmasak da, hayatımızın her gününe tesir ediyor. Burada; yaklaşık 5.700°C’deki, çoğunlukla sıvı demirden oluşan ve ayın hacminin üçte ikisine yakın büyüklüğe sahip olan devasa okyanus, görünmez bir kuvvetin oluşumunun sorumlusu: Dünyanın manyetik alanı. Jeodinamoyu göz önünde bulunduran kurama göre; sıvı demirin hareketi sonucu bir elektrik akımı oluşur ve bu akım manyetik alanların oluşumuna sebebiyet verir.Yüklü metal parçacıklar manyetik alanlardan geçerek devamlı ve döngüsel bir elektrik akımı yaratır. Çekirdekteki sıvı metalin daimi hareketine bağlı olarak bir miktar manyetik alan oluşur ve bu alan çekirdekte yeni akımlar oluşturur.
Bu akımlar ise daha fazla manyetik alana sebep olarak geri beslemeli bir döngü yaratır. “Dünya’ nın manyetik alanının kaynağı nedir ?” Mariner 2 ile yapılan araştırmalar sonucunda Venüs’ün çekirdeği demir içermesine rağmen bir manyetik alana sahip olmadığı anlaşılmıştır. Venüs’ün 243 dünya günü olduğu ve dinamo etkisi yaratmak için çok yavaş olduğu bulunmuştur. Manyetik alanın oluşumunun dünyanın dönmesi ile ilişkili olduğu açıktır. Çünkü Venüs ünde çekirdeğinde dünyanınki gibi demir bulunmaktadır, fakat dönme periyodu ölçülebilir bir manyetik alan oluşturmaz. Yani manyetik alanın oluşumu dünyanın yeterince hızlı dönmesine bağlıdır. Burada iki vazgeçilmez unsur vardır: elektrik akımı ve yeterli hızda hareket. Yeterli hızda hareket olmadığında manyetik alan oluşmayacağı için bir süre sonra çekirdekteki elektrik akımı üretimi duracaktır ve dünyanın yaşamı bitecektir. Dünyanın yaşam enerjisi için yeterli hızda dönmesi gerekmektedir. Vücudumuz da bu elektrik enerjisi olmadan çalışamaz. Elektrik insanların yaşamını sürdürebilmesi için hayati önemdedir. Olmadığında ya felç olur ya da ölür. Çünkü elektrik olmadığında bütün yaşamsal faaliyetler durur. Ölmek üzere olan kalbi durmuş bir insana ilk olarak elektrik şoku verilir, bu kişinin iyileşebilmesi için ilaç, vitamin ya da herhangi bir besin maddesi verilmez. Vücut için gerekli olduğu söylenen çok sayıda madde varken kalbin çalışması için sadece ve sadece elektriğe gereksinim vardır. Vücudun elektrik sistemi bozulduğunda veya canlandırılması gerektiğinde hiçbir şey elektriğin yerini tutamaz. Vücudumuzu saran sinirler ‘nöron’ adı verilen binlerce sinir hücresinden oluşur. Sinir hücreleri (nöronlar) önce bulunduğu sinir sisteminin diğer hücrelerine daha sonra kalp, akciğer, böbrekler, mide-barsaklar ve diğer organlara elektrik enerjisi göndererek sürekli uyararak çalıştırırlar ve sağlıklı tutmaya çalışırlar. Organların görevlerini yerine getirmesi bu elektrik enerjisi sayesinde olur. Sinir telleri aracılığı ile vücudun her yerine iletilen bu elektrik akımı sayesinde organların manyetik alanı oluşur. Bu organların birlikte toplam manyetik alanları da vücudumuzun manyetik alanını oluşturur. Yani vücudumuz elektrikle çalışan bir sistemdir. Ancak aynen dünyanın çekirdeğinde olduğu gibi vücudumuzda ihtiyaç duyduğu enerjisini her bir hücresinde bulunan mitokondrilerde üretir. Hücrenin çevresi potasyum, iç kısmı ise sodyum sıvısı ile doludur. İki mineralin birbiriyle girdiği etkileşim sonucu akım oluşur ve elektrik açığa çıkar (arabalarda ki aküler gibi) Ve vücudun etrafındaki manyetik alan vücuttaki elektrik enerjisi ile sürekli ve karşılıklı etkileşim halindedir. Araba akülerinin sürekli şarj olabilmesi için hareket gerektiğini hepimiz biliyoruz. Dünyanın çevresinde oluşan manyetik alan için belli bir hızda hareket gerekiyorsa, Venüs’ün manyetik alanının olmaması bu hızı yakalayamaması yüzünden ise ve bazı gezegenlerde ise bu alan küçük ve işe yaramaz ise insanda ki manyetik alanın büyüklüğü ve kalitesi içinde aynı şeyleri söyleyebiliriz. Hücrenin merkezinde üretilen akımın, manyetik alanımızı oluşturması için belli hızlarda hareketliliğe gereksinmemiz vardır. Bu alan bizim yaşam enerjimizi göstermektedir. Ve bu yaşam enerjisi döngü hareket ile sağlanmaktadır.
İnsan hareket için yaratılmış sofistike bir varlıktır. Buradan da anlaşılacağı gibi insanın birinci enerji kaynağı besin maddeleri değil hücrelerimizde yaradılışımızla birlikte başlayan elektrik üretimi ve bu elektrik döngüsünü sağlayacak harekettir. Buna besin dışı enerji kaynağı diyebiliriz ki bu olmazsa olmaz bir enerji kaynağıdır. Ototrofların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini anlamak bu açıdan baktığımızda mümkün. BEYİN ise tüm bu gelen giden elektrik akımını kontrol ve koordine eden sinir hücreleri kümesidir. Sağlıklı bir hayat sürmemiz için, beynimiz için, beynimizin içinde ki bu sayısız bağlantının eksiksiz ve hatasız çalışması gerekmektedir. Şimdi bu olaya birde beyin açısından bakalım. Bilim adamları sağlam vücudun sağlam bir beyin anlamına geldiğinin farkındaydı ancak ellerinde somut bir kanıt yoktu. “Atletik bilim adamı” yalnızca NCAA’nın (National Collegiate Athletic Association-Amerikan Üniversite Atletik Birliği) düşlediği bir pazarlama manevrası değildi; bu kavram, tarihte Eski Yunan’a kadar uzanan bir geçmişe sahipti. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden John Ratey , “Sportmen bir vücuda sahip olmak akademik eğitim kadar önemliydi” diyerek tarihte spora verilen değere dikkat çekiyor. Bu arada Batılı bilim adamları da sporcu kalbinin, vücudun diğer organlarıyla birlikte, beyne daha fazla kan pompaladığını fark etmişlerdi. Egzersizin Beyindeki Etkisi Daha fazla kan, daha fazla oksijen anlamına geldiği için egzersiz yapan bir kişinin beyin hücreleri daha iyi beslenir. Onlarca yıldır atletik vücut ile zihinsel güç arasında bilimin bulduğu tek bağlantı buydu. Şimdi, beyin tarama cihazları ve biyokimya alanındaki gelişmelerden yararlanan bilim adamları, egzersizin beyinde yarattığı etkileri daha derinlemesine araştırabiliyorlar. Egzersizin etkisi önce kaslarda kendini gösterir. İki veya dört başlı bir kasın her kasılması ve gevşemesinde, IGF adı verilen bir proteinin de aralarında bulunduğu kimyasal maddeler salgılanır. Bu maddeler kan ile birlikte yol alır ve sonunda beyne ulaşır. IGF, beyinde, vücudun “nörotransmiter fabrikasındaki ustabaşı” gibi çalışır. Bu protein, başka kimyasal maddelerin üretilmesi için emirler yağdırır. Bu maddelerden biri de beyinde üretilen BDNF’dir (Brain Derived Neurotrophic Factor). “Spark: The Revolutionary New Science of Exercise and the Brain- Egzersiz ve beynin devrim yaratan yeni bilimi ” isimli kitabın yazarı Ratey, “Mucize” olarak değerlendirdiği bu molekülün daha üst düşüncelere varan faaliyetleri tetiklediğini belirtiyor. Düzenli egzersiz yardımıyla vücut, BDNF düzeyini geliştirir ve bunun sonucunda beynin sinir hücrelerinde dallanmalar başlar. Böylece birbirleriyle birleşen yeni yollar haberleşme alt yapısını geliştirir. Öğrenme olgusunun altında yatan bu süreçtir. Beyin hücreleri arasındaki tüm birleşme noktaları, ileride kullanılmak üzere bir kenarda tutulan yeni yetenek veya bilgilerdir. Bu süreçte çok önemli bir rol oynayan BDNF’nin miktarı çok ise, beynin kapasitesi de o kadar genişler. UCLA’dan sinirbilimci Fernando Gomez-Pinilla , BDNF’nin az olması durumunda beynin yeni bilgilere kendisini kapattığını söylüyor.
Nöron Oluşumu İnsanların pek çoğu erişkin yaşa ulaştıklarında beyinlerindeki BDNF düzeyi sabitlenir. Ancak yaşlanmaya başladıkça nöronları tek tek ölmeye başlar. 1990’lı yılların ortalarına kadar bilim adamları bu kayıpların geri kazanımının mümkün olmayacağına inanıyorlardı. Başka bir deyişle beynin ölü nöronların yerine yenilerini üretmesi mümkün değildi. Ancak son 10 yıldır hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, bu görüşün yanlış olduğunu, beynin bazı kısımlarında “nörojenez-sinir sisteminin gelişmesi, sinir dokusu oluşması”nın egzersiz ile mümkün olabileceğini gösterdi. Artık bu ilkenin insanlarda da geçerli olduğunu ilk kez gösteriyor. Üç ay süren yoğun bir egzersiz programı sonunda deneklerin beyinlerinde yeni nöronların çıktığı görüldü. Kalp-damar sağlığı yönünden en iyi durumda olanların daha fazla sayıda nöron geliştirmesi de ayrıca dikkat çekiciydi. Bütün bunların, kök hücrelerini tam anlamıyla gelişmiş, işlevsel nöronlara dönüştüren BDNF’nin marifeti olabilirdi. Bu deneyi gerçekleştiren Columbia Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden nörolog Scott Small ve Salk Enstitüsü’nden nörobiyolog Fred Gage sonuçları şöyle değerlendiriyor: “Egzersizin beyinde ne gibi etkiler yarattığını ilk kez izliyoruz. Bu sonuçların anlamını çözmeye uğraşırken, gelişmeye açık yeni bir konu ile karşı karşıya olduğumuz apaçık.” Illinois Üniversitesi’nden psikolog Arthur Kramer, “Bu yaşlanma sürecinin yavaşlatıldığı anlamına gelmiyor. Tam tersi bu işlem, yaşlanmanın tersyüz edilmesidir” diyor. Egzersizin Anında Görülen Etkileri Oluşumu haftaları bulan nörojenez’den farklı olarak, diğer etkiler egzersizden hemen sonra hissedilir. Hillman, koşu bandında yarım saatlik bir egzersizden 48 dakika sonra beynin daha zinde olacağını söylüyor. Ancak işin bir de kötü! yanı vardır ki; o da bütün bu etkilerin geçici olmasıdır. İnsanların kilosu gibi, zihinsel formun da korunması gerekir. Yeni nöronlar ve aralarındaki bağlantılar yıllarca dayanabilir. Ancak egzersize son verildiği zaman birkaç ay içinde “astrositler” büzülür ve nöronlar eskisi gibi görevini yapmaz. Bu nedenle egzersizin etkisini sürdürmek için egzersize devam etmek gerekir. Illinois Üniversitesi’nden psikolog William Greenough , “20 yaşında yaptığınız egzersizlerin yararının 70 yaşına kadar süreceğini düşünüyorsanız aldanıyorsunuz. 70 yaşındayken sağlam bir beyne sahip olmak istiyorsanız aradaki 50 yıl boyunca egzersizi bırakmamanız gerekir” diyor. Görüldüğü gibi istediğiniz kadar sağlıklı beslendiğinizi iddia edin, beynin sağlıkjlı gelişimi için tüketim ekonomisi tarafından sunulan omega3 vs gıda takviyeleri kullanın, beyin diyeti adı altında yazılan kitaplarda ki dayatmaları uygulayın, beyin için olmazsa olmaz tek şey harekettir. Çocuklarda Egzersizin Etkisi Egzersiz üzerindeki çalışmaların pek çoğu yaşlılar üzerine odaklanmıştır. Ancak jimnastik ve spor yalnızca bu insanları etkilemez. Aslında gençlerde egzersizin etkisi daha güçlüdür. “Gelişmekte olan beyinlerde egzersizin etkisi daha uzun sürer” diye konuşan Georgia Üniversitesi’nden spor bilimleri profesörü Phil Tomporowski, “Çocuklarda, yetişkinlerde olduğu gibi egzersizden en fazla yararı hipokampus sağlar. Hiperaktif çocukların ebeveynleri bunun arkındadır. Pek çok vakada ilaç yerine çocukların yoğun spor yapması önerilir.” Yoğun bir spor çocukların beyinlerinde kalıcı etki yaratır. 20 yaşına kadar çocukların frontal lobları tam olarak gelişmez. Dolayısıyla çocuklar, gerekli fonksiyonların yerine getirilmesi için beyinlerinin başka bölümlerini kullanırlar. Bunlardan biri de beynin öğrenme bölgesidir. Hillman’ın deneyinde ilköğretim çağındaki çocukların egzersiz sonucu matematik, okuma gibi derslerinde daha başarılı olmaları bunun sonucudur. Evet, yeni nöron ağları demek daha fazla elektrik akımı demek ve hareketin oluşturduğu manyetik alan yine elektrik akımı üreterek beyinde ki aktiviteyi arttırmaktadır. Tabii ki bunun kalıcı olması beklenemez çünkü bu döngünün sağlanabilmesi için iki şey gerekli idi: elektrik ve hareket… Vücudumuz için besin dışı enerji kaynağı olan hareket sonucu oluşan döngü beynimiz içinde besin dışı enerji kaynağıdır ve yeni nöronlar oluşturarak yaşlanmayı ters yüz eden bir süreç sağlamaktadır. Görüldüğü gibi besin maddeleriyle ne kalbi çalıştırabiliyoruz ne de beyni. O zaman bizlere sistemin dayattığı şu gıda vücudumuz için vazgeçilmezdir bu gıda olmazsa beynimiz enerjisiz kalır gibi tüketimi körüklemek için çıkartılan şehir efsanelerini bir kez daha incelememiz erekmektedir.
Beyinde yeni nöronlar oluşturabilen tek şey yoğun egzersiz yani harekettir. Bu da elektrik akımı sonucu oluşan manyetik alan ve bu alanın oluşturduğu elektrik akımı sayesinde güçlenen beynimizi oluşturur. Şimdi yaşlı sinir hücrelerinin bile yoğun ağlar oluşturabileceğini kabul ediliyor. Bu ağlar insanların daha hızlı ve daha verimli düşünmesinin yolunu açıyor. Ayrıca egzersizin, Alzheimer’ın, dikkat eksikliği hiperaktivite sendromunun ve diğer bilişsel hastalıkların ortaya çıkışını geciktirdiği ve engellediği görülüyor. Sonuçta yaşa bağlı olmaksızın, güçlü ve zinde bir bedenin güçlü ve zinde bir beyin yarattığı bilimsel olarak kanıtlanmış oluyor.